(Liberal Demokrat Parti Programı'na açıklık kazandırmak amacıyla, Genel Başkan Besim Tibuk tarafından 4 Ekim, 1994 tarihinde İstanbul'da düzenlenen "Ekonomi" konulu Basın Sohbeti ses kaydının deşifre edilmiş metnidir.)
- Ekonomi yönetilemez.
- Ekonomiyi bireye, insanlara bırakacaksınız.
- Eğer, bir ülkede Hükümet, Deli Dumrul gibi, her dakika vergi çıkarıyor ve uyguluyorsa, ekonomik gelişme olamaz.
- Özel radyo ve televizyonların başarısı, Liberal Demokrat Parti politikalarının başarılı olacağının en canlı delilidir.
- Esnafa, finansmana, kültüre, sanata, medyaya ve ulaştırmaya kesin vergi muafiyeti ve tüm sektörler için sıfır gümrük öngörülmektedir.
- Kaynakları devlet değil, halk kullansa, Türkiye beş yılda Avrupa'nın; on yılda dünyanın en zengin ülkesi olur. Türk halkının azmine, çalışkanlığına; Türk girişimcisinin cesareti, becerisi ve hırsına inanıyoruz.
- Liberal Demokrat Parfi, asabı bozuk olanların parfisidir. Mevcut ortam her yönü ile asabımızı bozuyor olmasa, Liberal Demokrat Parti'yi kurmazdık!
Hoş geldiniz,
Bugünkü konumuz ekonomi. Son derece önem verdiğimiz ve programımızda çok geniş yer ayırdığımız bir konu ekonomi.
Liberal Demokrat Parti'nin teşkilâtında bulunan tüm arkadaşlarım fiilen iş hayatından gelen kişiler. Hatta, diyebilirim ki, partimizde yükselmek için birkaç defa haciz yemek, zor duruma düşmek de şart!!!
Öyle el bebek, gül bebek işiniz iyi gidiyorsa, bizim partide yükselemezsiniz! Genel olarak, iş kurmuş, zor duruma düşmüş, tekrar kurmuş, inmiş, çıkmış, kalkmış yani, gerçek hayattan gelmiş arkadaşlar makbulümüz.
Partiyi de onlarla kurduk; böyle de devam edeceğiz.
Liberal Demokrat Parti teşkilâtının alt yapısını, önceden de söylediğim gibi, lokantacı, bakkal, manav, berber yani, esnaf kesimi oluşturacak. Zaten esnaf kesimi Türk özel sektörünün de ilk basamağıdır. Ticaret orada öğrenilir. Orada başarılı olanlar büyür, hem kendilerine, hem de ülkeye ve insanlığa yararlı olabilirler.
Dolayısıyla, genel yaklaşımımız, esnafa çok önem vermek ve parti teşkilâtını da onlara dayandırmak şeklinde tanımlanabilir.
Her şey İnsan İçin
Arkadaşlar, her şeyin merkezi insandır, ekonominin de! Dolayısıyla, ekonomi, bireyin maddi ve manevi ihtiyaçlarının tatmin edilmesi sürecidir diyebiliriz.
Öte yandan, insan binlerce yıldır ve dünyanın her yerinde hep aynı insandır. Temel vasıfları itibariyle, değişmez. İnsan egoist bir mahlûktur. Hepimiz için ; merkez, kendimiziz. Bazılarımız bunun bilincindedir, bazılarımız değildir ama, hepimiz için merkez, kendi egomuzdur.
Dolayısıyla, ekonomik yapının da, politik sistem gibi, insana göre dizayn edilmesi gerekir. Örneğin, bir ceketin iki kolu varsa, bunun nedeni bizim de iki kolumuzun olmasıdır. Üç değil. Pantolonlarımız da öyle; iki bacağa göre yapılmış, öyle değil mi? Yani, elbiseyi vücuda göre yapmışız.
Birey ve Sistem
O halde sistemler de vücuda göre tasarlanmalı, insan sisteme uydurulmaya çalışılmamalıdır. Siz insanı sistemin içine zorla monte ederseniz, orada bir aksaklık çıkar ve sistem başarısız olur.
Nitekim, geçtiğimiz yüzyılda örneğin, komünizm ve faşizm insanlara büyük acılar çektirmiştir ve insanoğlunun başına gelen en büyük felâketlerdir. Neden?
Çünkü, insanı değiştirmek istemişler, insan tabiatını zorlamışlardır. Zorlanan insanlar mutsuz ve verimsiz olmuşlar her iki sistem de çökmüştür.
Malûm, liberal felsefenin savunduğu insan hak ve özgürlüklerinin teminatı olan akit serbestisi, mülkiyet hakkı, serbest mübadele esaslarına dayanan klasik kapitalist ekonomi teorisi bugüne kadar tek bilimsel ekonomi teorisi olarak yaşadı çünkü, totaliter rejimler alternatif modeller ortaya koyamadı ya da, ortaya konulan modeller ancak devlet zoruyla uygulanabildi.
Totaliter rejimler bir yana, dünyanın pek çok ülkesinde, az veya çok, devletçilik vardır ve hiçbiri de başarılı olmamıştır. Türkiye'de de olamamıştır, Fransa'da da olmamıştır, İngiltere'de, Güney Kore'de de olmamıştır çünkü, devletçilik insan yapısına, insan egoizmine aykırı bir sistemdir.
Dahası, devlette işler sahipsiz kalır. Sahipsiz kalınca da verimsiz olur ve ülke müthiş kaynak israfına uğrar. Fakirlik, sefalet olur.
Oysa, liberal ekonomi sistemi etkin olabildiği ölçüde toplumların ve dolayısıyla, ülkelerin daha hızlı kalkınmasına, daha hızlı gelişmesine yol açar; toplam gelirin artmasına, işsizliğin önlenmesine diğer modellerden çok daha büyük katkılarda bulunur.
Ekonomi Yönetilemez
Bu akşam, Liberal Demokrat Parti olarak ülkemizin ekonomi yönetimi konusunda belirli fikirler öne süreceğiz Ancak, bu demek değildir ki, ekonomiyi yönetmeye talibiz günkü, ekonomi yönetilemez. Bunun altını özellikle çizmek istiyorum.
Hiçbir Hükümet, Ekonomiyi Yönetemez.
Liberal felsefe, ekonominin tabii hukuka paralel "kendiliğinden düzeni" olduğunu; bu düzene devletin müdahale etmemesi gerektiğini savunur.
Liberalizm, bu yönüyle de ekonominin globalleşmesinin öncülüğünü yapar.
Ekonomiyi Bireye, İnsanlara Bırakacaksınız
Ekonomiyi bireye, insanlara bırakacaksınız. Liberal Demokrat Parti'nin felsefesi bireyi ekonomik alanda da rahat bırakmak, ekonomiye asgari ölçüde müdahale etmektir.
İnsanlar rahat bırakılırsa, maddi ve manevi olarak çok daha mutlu ve başarılı olacaklardır. Bu, üzerinden gölge kalkan bir bitkinin çiçek açması gibi bir olaydır.
Ekonomik durumumuzun değerlendirmesine ve alınması gerektiğini düşündüğümüz tedbirleri izaha geçmeden önce, bugünkü duruma nasıl geldik, onun üstünde durmak istiyorum.
Türkiye'de devletçilik 1930'larda başladı. Bu dönemde dünyada ne oluyordu, kısaca bir göz atalım.
20. yüzyılda Dünya Düzeni... Düzensizliği!
İnsanlık 20. yüzyıla ekonomi blokları arasında bölünmüş, ideolojik kamplaşmaya hazırlanmış, globalleşme sürecinden uzak hatta, tersine, ulus-devlet düşüncesinin hakimiyetinde girdi.
Nitekim, bu yüzyılda katliam diyebileceğimiz savaşları ve ihtilâlleri yaşadı dünya... iki dünya harbi, yaklaşık 50 milyon insanın ölümü ve büyük ekonomik kaynakların israfı ile sonuçlandı.
Yeni Bir Dünya Düzeni
Yarım yüzyıla yakın bir sürede aldığı bu acı derslerin sonunda insanlık, 1944'de düzenlenen Bretton Woods Konferansı'nda barışın ve refahın hakim kılınacağı yeni bir dünya düzeni oluşturmanın çarelerini aramaya başladı.
Bretton Woods Konferansı'nda dünya ekonomilerinin entegrasyonu ve kalkınmanın dünya çapında gerçekleştirilmesi için birtakım prensipler belirlendi. Nitekim, Dünya Bankası ve IMF gibi teşkilâtlanmalar bu dönemde öngörüldü.
Yine aynı yıl, Dumbarton Oaks Konferansı ile insan hak ve özgürlükleri esas alınarak dünya barışının sağlanması amacıyla Birleşmiş Milletler Teşkilâtı'nın kurulması kararlaştırıldı ki, bu gelişme dünyanın "klasik liberalizm" ilkelerine dönüşünün ilk emaresidir.
Ekonomide Bretton Woods Konferansı ile başlatılan sürecin hedefi, ekonomilerin liberalleştirilmesi, devlet müdahaleciliğinin azaltılması, himayeciliğin sınırlandırılması yoluyla, uluslararası ekonomik ilişkilerde liberal ilkelerin yerleştirilmesi idi.
Yeni Dünya Düzenine Sovyet Engeli
Ancak, II. Dünya Savaşı bittiğinde ekonomisi bütünleşmiş yeni bir dünya düzeninin kurulmasını Sovyetler Birliği engelledi. Barışçı tavır ve taahhütlerine rağmen Stalin, Almanlardan kurtarıp, işgal ettiği Orta ve Doğu Avrupa ülkelerine yerleşti ve bu ülkelerde komünist rejimler kurdu.
Dahası, Sovyetler Birliği, dünya egemenliğini sağlamak için her türlü metodu kullanan, eşi görülmedik bir komünist propaganda faaliyetini de başlattı.
Bu durum karşısında batı demokrasileri bir araya gelerek, karşı kutup oluşturdular ve 1949'da ABD'nin önderlik ettiği NATO kuruldu. Böylece dünya iki kutuplu, soğuk savaş dönemine girdi.
Bu sürecin nasıl sonuçlandığı, çok yakın tarih olması nedeniyle, hepimizin malûmu.
Komünizmin Ekonomideki Başarısızlığı
Komünizmin ekonomideki başarısızlığı sonucunda, totaliter, baskıcı devlet düzeninin de çürümesiyle, doğu bloğu çöktü ve yeni dünya düzeninin önündeki en büyük engel artık ortadan kalktı.
Öte yandan, 20. yüzyılda klâsik batı demokrasisinin popülist niteliğe bürünmesine yol açan, devletin denetlenemeyen büyümesi ve devasa bir bürokratik yapı haline dönüşmesi; bürokrasinin insan hak ve, özgürlüklerini tehdit eden büyük bir güç haline gelmesine yol açan müdahaleci, dağıtımcı ekonomi mantığı da, 1970'lerde yaşanan stagflasyonla tıkandı.
Klasik Liberalizme Dönüş
Bugün insanlık, yeniden kendiliğinden düzene, doğal düzene, insanı esas alan, insana güvenen, insanın yeteneklerinden başka bir güç tanımayan düzene yani, klâsik liberalizme dönüş sürecine girmiş bulunuyor.
Klâsik liberalizmde devlet, insanlar tarafından kurulan bir hizmet teşkilâtıdır. Devletin amacı insana hizmet etmek; insan hak ve özgürlüklerini teminat altına almaktır.
Devlet, bu amaca hizmet ettiği oranda meşrudur ve görevleri bu amaçla sınırlıdır. Devlet bunun dışında bir egemenlik hakkına sahip değildir. Bu devletin siyasi literatürdeki adı da, liberal demokrasidir.
Türkiye'ye Gelince...
Cumhuriyetimiz, yukarıda sözünü ettiğim totaliter modellerin iktidara geldiği yıllarda kuruldu. Türk ekonomisi batılı modelden ziyade, sosyalist modele uygun biçimde, sosyalizme yakın bir karma devlet&127;i model olarak yapılandırıldı. Bu özelliğini de günümüze kadar sürdürdü.
1930'da, o zamanki hükümet - İsmet İnönü iki defa SSCB'ne gitmiştir - örneğin, KİT modelini benimsedi. İlk ekonomik plânlama da Sovyet plancılar tarafından yapıldı. Böylece, devlet ekonomiye el koydu.
1930-50 arası Türkiye'de tam anlamıyla sosyalist bir devletçi ekonomi modeli uygulanmıştır.
Türk ekonomik tarihinin en kötü idaresi, insanların en sefil, perişan olduğu dönemdir bu.
1930-50 arası İsmet İnönü döneminde Türkiye ki, bir köprüdür, geçmişteki Arnavutluk gibi, etrafı duvarlarla çevrili, yasaklı, devletçi bir ülkedir. Komünist sistemden tek farkı ise, özel mülkiyetin kaldırılmamış olmasıdır, o kadar.
1950'de DP'nin Liberal Hareketi
1950'de Demokrat Parti'nin başarılı bir liberal hareketini görüyoruz. 1950-55 arasında birçok liberal hareket var, özel sektöre dönük, insanları ekonomiye dahil eden. Fakat, aynı dönemde devletçilik de devam etmiştir. 1955 yılından sonra da çok başarılı işler yapılmıştır ama,1950-55 arası gibi değil.
Bugün Türk ekonomisi ayaktaysa; sosyalizmin çökmesinden sonra bir Rusya, Romanya gibi aç, sefil, perişan olmamışsa, bunun temeli 1950-55 arasında atılmıştır.
O zamanın tohumları sayesinde ayaktayız. Özel sektörümüz var, bütün yükü çeken. Bugünkü dinamizmimizi de o döneme borçluyuz.
1960'dan sonra maalesef, tekrar devletçiliğe dönüş vardır. Hatırlayacaksınız, 27 Mayısta Plânlı Ekonomi'ye geçiş istenmiştir. Plânlamak demek, yuları devlete teslim etmek demektir. DPT gibi teşkilâtların tümü, devletçiliktir. Hepsi Türkiye'ye zarar vermiştir.
1960'dan sonra bir başka olumsuz gelişme, sınırları kapama olayı, ithal ikamesi olayıdır: Yani, bir malı Türkiye'de üretmeye başladığınız zaman, kalite ve fiyatı ne olursa olsun, o malın ithalatı kesilmiştir.
Böylece, Türk halkı 1960 ile 1980 arasında, sanayileşme uğruna çok ağır bir bedel ödemiştir. Türk halkı gereksiz yere fakirleştirilmiştir bu yanlış sanayileşme modeli yüzünden.
24 Ocak Kararları
Türk ekonomisindeki periyodik krizlerden 1979'a rastlayanı, dünyada liberalizme dönüş sürecinin belirginleştiği bir döneme denk gelmiş 24 Ocak kararları ile kısmi bir liberalleşme başlatılmıştır.
Ancak, bugün geriye baktığımızda maalesef, 24 Ocak ile öngörülen liberalle&127;menin sadece kambiyo mevzuatında yapılan değişikliklerden ibaret kaldığını görmekteyiz.
ANAP Dönemi
1983'de rahmetli Turgut Özal'ın seçim konuşmalarındaki mesajlarına Liberal Demokrat Parti olarak biz aynen katılmaktayız ama, uygulamalar söylenenlerin tersi olmuştur.
Zaten bugün rahmetli Özal döneminden bahsedilirken, tam bir şey söylemek mümkün de değildir. Yapılanlarla söylenenler arasında maalesef, büyük zıtlıklar vardır.
Örneğin, enflasyon kötüdür denilmiştir. Bir, iki yıl içinde enflasyon önlenemeyince kalkınma yüzünden olduğu, kalkınmanın bedeli olduğu söylenmiştir.
Oysa, dünyada hiçbir ülke enflasyonla kalkınmamıştır. Bu dönemde de birçok yatırımlar yapılmış, fonlar konmuş, belediyelere ek vergi imkânları tanınmıştır ki, bunların hepsi devletin büyümesidir çünkü, fonları kim alıyor? Devlet. Parayı kim ödüyor? O malı alan vatandaş. Neden? çünkü, fonu alan ithalâtçı onu fiyata yansıtıyor.
Demek ki, ANAP iktidarı aslında akılların karıştırıldığı bir dönemdir. Bir taraftan liberal piyasa felsefesinin savunulduğu fakat, uygulamanın buna tam uymadığı bir dönemdir.
Ama, bu arada yine konvertibilite gibi, serbest faiz gibi başarılı &127;alı&127;malar da yapılmıştır. Önemli hatalar da vardır. Bu hataların yükünü de, her zamanki gibi, vatandaş yani, biz çekmişizdir.
"Liberalleşme" Söylemi ile Geçen Son 12 Yıl
Tüm göstergeler son 12 yıldır ekonominin liberalleşmediğini; aksine, devlet&127;i-sosyalist eğiliminin daha da gelişmiş olduğunu ortaya koymaktadır. Örneğin,1985'te 1,5 milyon olan kamu çalı&127;anı bugün 2 milyonu aşmış durumdadır. Son 10 yılda devletin vergi tahsilâtı sürekli yıllık enflasyon oranlarını önemli ölçüde ayan, reel artış seyri içinde bulunmuyor; buna rağmen artış, kamu finansmanına yetmemiştir. Emisyon hacminde enflasyonu körükleyen genişlemenin yanı sıra, kamu çok büyük borç yükü altına sokulmuştur.
Kamu harcamalarının böylesine artmış olması Türk ekonomisinin "liberalleşmesi" değil, sosyalistleşmiş olduğunun en belirgin göstergesidir.
ANAP' dan Sonra...
Son ANAP Hükümeti'nden sonraki iktidarlar da ANAP' tan farklı hiçbir şey yapmamışlardır.
Dört bey yıl önceki gazeteleri açın ve hemen, hemen her temel konuda ANAP ne demiş, bakın hatta, bir kenara yazın. Muhalefetin söylediklerini de yazın. Sonra dönüp son üç yıla bakın. Göreceksiniz, aynı şeyler söylenmektedir. İktidara gelen de, muhalefete gelen de aynı şeyleri söylüyorlar.
Biz zaten bütün partilerin esas itibariyle devletçi olduğunu, aynı hamurdan çıktığını söylüyoruz Zaten Liberal Demokrat Parti'nin doğuş nedeni de budur. Bir başka partide bu fikirleri hakim kılamayacağımız için, ayrı bir parti kurmak gibi çok zahmetli bir yola girdik
Esas itibariyle, bizim görüşlerimize diğer partilerin karşı olduklarını tespit ettiğimiz için ayrı bir parti kurduk.
Bugün muhalefet ve iktidar, hemen hemen her konuda aynı şeyleri söylüyorlar. Yalnız ekonomik konularda değil, Çekiç Güç, demokratikleşme, her konuda. En çarpıcı örnek, özelleştirme ile ilgili olanıdır.
Özelleştirme
Biliyorsunuz ANAP çok lâf ettikten sonra, iki özelleştirme yapmıştır,1989 yılında USAŞ ile ÇİTOSAN'ın bağlı ortaklıklarından, Afyon, Ankara, Balıkesir, Trakya ve Söke çimento fabrikaları yabancı yatırımcılara satılmıştır.
Bunların satışına SHP ve DYP ayrı ayrı idari mahkemelerde dava açmışlardır ve kazanmışlardır da. Davayı açarken söyledikleri şuydu:
"Biz özelleştirmeye kar&127;ı değiliz ama, hukuka uygun yapılsın." Ancak, davayı kazandıklarında da iktidar olmuşlardı. Bu sefer bu işi nasıl düzeltelim diye büyük bir uğraş verdiler.
Aynı şeyi bu sefer muhalefetteki ANAP yaptı ve özelleştirme kararnameleri için Anayasa Mahkemesi'nde dava açtı. Davayı da kazandı ve bütün kararnameler iptal edildi. ANAP'ın da söylediği aynı şeydi:
"Biz özelleştirmeye karşı değiliz ama, hukuka uygun yapılsın."
Özelleştirme konularında söylediklerini de hatırlatayım sizlere: Diyorlar ki, özelleştirme yoluyla satılacak KİT'lerden gelen para ile bütçe açığı kapatılmasın. Ne yapılsın? Yine özelleştirmede kullanılsın. Ne demek bu? "Ben özelleştirmeden aldığım parayı yine KİT' de kullanacağım" demek.
Bir diğeri de diyor ki, "Ben özelleştirmeden gelen paraları bütçe açığında kullanmayacağım, yeni iş sahaları yaratmada kullanacağım ". Ne demektir bu? Yeni fabrika açmak demektir. Sen bir fabrikayı işletemediğin için satıyorsun ve aldığın para ile yeni fabrika kuruyorsun.
Özelleştirmeden Sağlanan Para...
Oysa, özelleştirmeden gelecek para ile yapılacak ilk iş, yüksek faizle alınan iç borcun kapanması olmalıdır.
Siz bir işadamıysanız, çok yüksek borcunuz varsa, bu borçtan kurtulmanız lâzım. Bir şeyi satıyorsanız borçtan kurtulmak için, satıştan elde ettiğiniz para ile yeni bir işe gireceğinize, olan borcunuzu ödersiniz. Eğer girmek istediğiniz yeni iş, borcunuzu ödememeniz halinde ödeyeceğiniz faizin çok üstünde gelir getiriyorsa, o ayrı.
Diyelim, siz %125 ile halktan para topluyorsunuz. Bugünkü üç aylık %22.5 faizin kümü latif karşılığı, %125'dir. Siz %125 ile para toplarken, eğer özelleştirme yapıp da elinize geçen para ile yeni bir yatırıma girecekseniz, yaptığınız yatırımdan en az %125 kazanmanız gerekir ki, bu mümkün değildir. Böyle bir yatırım imkânı yoktur... eroin, uyuşturucu ticareti dışında!
Demek ki, özelleştirmeden aldığınız para ile öncelikle borcunuzu azaltacaksınız.
Bugün Türk ekonomisinin en büyük sorunu, dış borç falan değil, iç borç yükü ile bu borç yükünün finansmanıdır.
Çiller Hükümeti
DYP-SHP ikinci hükümeti kuruldu. Bu hükümet ilkinden de kötü şıktı.
Demirel Hükümeti esas itibariyle, daha önceki politikaları devam ettirmiştir. &127;iller Hükümeti ise, aynı politikaları devam ettirirken, Ocak 1994'te paniğe kapılmıştır. Döviz krizinde dövize müdahale edeceğim diye, ekonomiyi allak bullak etmiştir.
Çiller Hükümeti o kadar kötü kararlar almıştır ki, sağlıklı giden ekonomimiz yara bere almıştır. Nasıl?
Ocak 1994 Krizi
Ocak 1994'te, malûm, dövize büyük bir tahaccüm başladı. İlk üç gün hükümet hiç müdahalede bulunmadı, 20.000 liraya kadar çıktı döviz.
Bir gün müdahale edildi ve Merkez Bankası gecelik faizleri %1000'li rakamlara çıkararak, dövizi 15.000-l6.OOO lirada tutmaya çalıştı.
Bu yüksek faiz politikası bütün ekonomiyi alt üst etti. Sen devlet olarak % 1000 ile para toplarsan, ekonomi nereden para bulacak kendine? Sonra 5 Nisan Kararları geldi.
Zaten, dövize müdahale ne demektir ki? Dövizin değeri yükselecekse, yükselecektir. Herhangi bir mal gibi, dövizin de arı ve talebi vardır ve bunu da ekonomik şartlar belirler.
Örneğin, doların düşmesi için Türkiye'deki enflasyonun, ABD'deki enflasyondan daha düşük olması gerekir. Bu böyle olmadığı sürece, dolar her gün bir miktar yükselecektir. Ne zamana kadar? Ekonomide belirli bir dengeyi bulana kadar. Eğer serbest piyasadan söz ediyorsanız, bu duruma müdahale edemezsiniz.
5 Nisan Kararları
5 Nisan Kararları ile ek vergiler geldi. Ek vergiler her şeyden önce ekonomide büyük bir güven bunalımı başlattı. Bu yüzden Türkiye'den yurt dışına muazzam miktarlarda para gitti.
Dahası, yeni vergilerin konulması ve hemen tahakkuk ettirilmesi iş dünyasında yeni bir güven bunalımı yarattı. İç hayatı büyük ölçüde baltalandı.
5 Nisan Kararları ile yapılan bir, iki iyi şey, sıkı tasarruf tedbirlerinin alınması - ki, yürütülemedi - ve bankalardan mevduat kaçışını önlemek için, mevduatın sigortalanmasıydı. Kaldı ki, serbest piyasa ekonomisinde mevduatların devlet tarafından sigortalanması da, ters bir uygulamadır. Neden?
Eğer serbest piyasa düzeninden, liberal ekonomiden söz ediyorsak, devlet yatırımcının mali kuruluşlar karşısındaki haklarının korunması için gerekli yasal düzenlemeleri yapmakla yükümlüdür; doğrudan, fiilen güvence vermekle değil.
Dolayısıyla, Liberal Demokrat Parti Programı'nda da değinildiği üzere, banka mevduatları özel sigorta şirketleri tarafından sigortalanmalı; her banka, mevduatının hangi sigorta şirketi tarafından ve ne kapsamda sigortalı olduğunu müşterilerine en açık biçimde duyurmalıdır.
8u noktada, üç bankanın kapatılmasının da büyük bir hata olduğunu söylemek isterim. Bu bankaların kapatılması sonucu, özellikle dış finans piyasalarında Türkiye önemli ölçüde güven yitirdi. Oysa, bu bankaların hisselerine ya da yönetimlerine el konularak sorun çözümlenebilirdi.
Gerçi, bu üç bankanın batması nedeniyle devlet dış bankalara olan 150 milyon dolar borcu ödemedi ama, batışın Türkiye ye yüksek faiz ve yeterli kredi alamama şeklinde yansıyan sadece bu yılki maliyeti, bir milyar doların üzerindedir. Kısa vadedeki maliyet budur. Önümüzdeki birkaç yılı da dikkate alırsak, bu maliyet dört, beş milyar doları açacaktır.
Maalesef, dünya mali piyasalarında öyle bir güven bunalımı yaratılmıştır ki, Türkiye "riskli" ülkeler arasında anılmaya başlanmıştır.
Demek istediğim, 5 Nisan Kararları'ndan öngörülen sonuçların alındığını söylemek mümkün değildir. Yanlı&127; uygulamalarla Türk ekonomisine şok ağır darbe vurulmuştur.
Yukarıda da değindiğim üzere, döviz krizi sırasında hiçbir müdahale yapılmamalıydı.
Hiçbir şey yapılmayacaktı. Döviz, 22-23.000 liraya çıkacaktı ve belirli bir noktada kalacaktı. Döviz yukarı çıktığı zaman ithalât pahalılaşacak şimdi olduğu gibi - ihraç edilen malların fiyatları göreceli olarak ucuzlayacak ve dolayısıyla, ihracat artacaktı. Bir süre sonra, yurt dışından Türkiye'ye para girecek; bu sayede ekonomi yine toparlanarak, dinamik bir bünyeye kavuşacaktı.
Ancak, tüm bunların yerine, Hükümetin yanlış uygulamalarda ısrar etmesi sonucunda, ekonomimize çok ağır darbeler vuruldu.
Vergiler ve Yaratılan Güvensizlik Ortamı
Ekonomiye darbe vurulmaya da devam ediliyor. Çünkü, hâlâ vergi lâfları dolaştırılıyor ortalıkta. Bir, iki gündür gazetelerde okuyorum ve bunu çok vahim bir gelişme olarak değerlendiriyorum.
Eğer bir ülkede hükümet Deli Dumrul gibi her dakika vergi çıkarıyor ve uyguluyorsa, ekonomik gelişme olmaz, olamaz.
Zaten malûm, hep de söylerim, demokrasiler vergiye karşı isyanla başlamıştır. Vergiye karşı halk isyan etmiş ve meclis kurulmuştur. Meclis, kral vergi almasın diye kurulmuştur. Meclisin görevi halkı vergiden korumaktır.
Oysa, bizim Meclisin görevi, iki günde bir vergi kanunu geçirip, sonra da bununla iftihar etmek oldu. Bir de diyor ki, "Bak iki gün gibi kısa bir sürede vergi kanunu geçirdim!"
Başbakan Çiller'in geçtiğimiz Nisan veya Mayıs ayı demeçlerinden birinde, "Hiçbir Başbakan benim gibi altı ay içinde iki büyük vergi kanununu Meclis'den geçirememiştir" beyanatı var.
Böyle vergi geçirildiği zaman siz iş yapma durumunda olan ekonominizi zehirleyip, ona güven vermiyorsunuz demektir. Ne vergi geleceği belli olmazsa, siz bir işe girebilir misiniz? Hayır, giremezsiniz çünkü, her iş bir fizibilite ile, bir tahminle yapılır.
Bir bakkal dükkânı açtığınız zaman, bir hesap yaparsınız. Ben şuna, şu kadar masraf ediyorum, günde şu kadar ciro yapacağım, şu kadar vergi vereceğim, şu kadar da kâr kalacak diye... Sonra düşünürsünüz, "Acaba benim kazancım yaptığım yatırımın karşılığı oluyor mu?" diye. Bakkal dükkânınızı ona göre açarsınız. Bütün müesseseler aynı felsefeye göre açılır.
Fizibilite dediğiniz araştırmaların tümünde, aynı mantık hakimdir. Ne kadar para koyacaksınız, ne kadar para kazanacaksınız. Tabii, ne kadar da vergi vereceksiniz çünkü, sizin cebinize giren, vergiden sonra kalan paradır.
Hiçbir ülke tarihinde firmaların borçlarından vergi alınmamıştır. Bu konuda ülke olarak rekor kırmış durumdayız!
Alınan vergiden de öte, yaratılan hava önemlidir. Alınan vergi şunun şurasında birkaç trilyonsa, kaçan para birkaç katrilyondur. Dövize dönmüştür ve döviz olarak yurt dışına kaçmıştır. İnsanların yatırım şevkinin kırıldığı da, cabası.
Bugünkü Durum
Ekonomimizin gerçek kazananından, üreteninden kan çekilmekte; üretmeyene, israf edene kan verilmektedir. Yani, özel sektörün kanı çekilmektedir; devlet ise çektiği bu kan ile beslenmektedir.
Zaten son rakamlar da bunu göstermektedir. Ekonomide %10 daralma demek, küçük esnafın iflâsı demek, işsizliğin artması demektir. Ne acıdır ki, Türkiye gibi güçlü bir ülkede bu oluyor!
Diyelim, burası bir ülke. Ülkenin yarısı kayalık arazi, yarısı da mümbit ova, ortadan da nehir geçiyor. Ülke yönetimi kayalıkta yaşayanlarda. Mümbit ovada da halk, özel teşebbüs var. Özel sektör mümbit ovada diyorum çünkü, tabiatı gereği, ekonomiye uygun, akıllı işler yapan özel teşebbüstür. İnsan ihtiyaçlarını hisseder, müteşebbis işler yapar, dinamiktir, para kazanır ve dolayısıyla, mümbit ortamı seçer. Nitekim, bu ülkede de ovada buğday 1'e 100 veriyorsa, kayalıkta 1'e 5 vermektedir.
Kayalıkta yaşayanlar (yönetim) ülkede akan bütün suyu alıp, kayalıklara akıtıyorlar fakat, bu su üretime yetmiyor çünkü, kayalıklar verimsiz.
Öte yandan, ovada, mümbit arazide oturanlarda (yönetilenler) da perişan çünkü, su çekilmese 1'e 100 alacakları verim, su öbür tarafa akıtıldığı için,1'e 10'a düşüyor.
Halbuki, bu su kayalıklara değil de, ovaya akıtılsa, ovada alınan 1'e 100 verim hem ovada yaşayanları, hem de kayalıklarda yaşayanları müreffeh kılacak ve kayalıklarda yaşayanlar ovaya gelecek çalışmak için.
Ovada 1'e 100 kazandığın zaman, işçi lâzım buraya. Bu işçiyi kayalıklardan alacaksın, iyi maaşla çalıştıracaksın günkü, ovada iyi randıman alıyorsun ve işçine de iyi para ödeyebileceksin.
Bu arada kayalıklardaki (yönetim) de diyecek ki, ben senden % 10 istiyorum (vergi) ki, bu muazzam bir para! Böylece, kayalıkta çalışanların da (kamu görevlilerinin) maaşları yükselecek!
Biz iddia ediyoruz ki, ekonomimizin dinamizm kazanması halinde, yurt dışından işçi bile getirmek zorunda kalırız.
Özelleştirmedeki korku nedir? İşsizlik. Hâlbuki hiç alâkası yok.
Ülkede özelleştirme olur da, devlet ekonomiden elini çekerse, o kadar büyük bir iş imkânı doğacaktır ki, bizim işçimiz yetmeyecektir. Kafkaslardan, Romanya'dan, Bulgaristan'dan işçi getirilecektir.
Aslında kamu görevlilerinin maaşları da devletçilik nedeniyle düşük kalıyor. Bugün bir müsteşarın aldığı maaş komiktir, devletin en yüksek bürokratı! Yargıçların, subayların, polislerin aldıkları maaşlar komiktir. Neden? Çünkü, suyu verimsiz yere akıtıyoruz.
Ekonominin en Önemli Unsuru Paradır
Su dediğimiz, kaynak dediğimiz sermaye yani, para. Ekonominin en önemli unsuru budur, ister beğenin, ister beğenmeyin. Halkımıza "para önemlidir" sözümüz ters gelebilir ama, bu bir gerçektir. Nasıl ki, tarımda su şarttır; ekonomide de para.
Siz dünyanın en akıllı adamlarını bir araya toplayabilir, en akıllı projelerini yapabilirsiniz, pazarınız da vardır ama, para yoksa hiçbir şey yapamazsınız. Her şey hayalde kalır. Hayalleri gerçekleştiren şey paradır. Örnekte verdiğim su da böyle.
Türkiye'de su kayalıklardan akıyor. Ovadakiler susuzlukta ancak 1'e 10 üretim yapabiliyorlar. Tabii, üretim kendilerine bile yetmiyor. Bu arada kayalıklardakilere zaten 1'e 5 verim yetmediği için ve yönetim de onlarda olduğu için, ovadaki üretime göz dikiyorlar ve yarısını, 5'ini de istiyorlar. Ne oluyor? Burada (yönetilenlere) sadece 5 kalıyor. Hâlbuki, suyu ovaya akıtsalar, toplam 1'e 15 değil,1'e 100 alacaklardır. Durum aynen budur.
Devlet suyu (parayı, kaynağı) halkına bıraksa, akıllı şekilde kullandırsa, Türkiye beş yılda Avrupa seviyesine gelir; 10 yılda da dünyanın en müreffeh ülkesi olur. Matematik olarak bu böyle.
Özelleştirme-Demokratikleşme
SHP'nin demokratikleşme paketini özelleştirme ile birlikte mütalâa etmesini yanlış bulmuyor dahası, destekliyoruz.
Demokratikleşme olmadan, özelleştirme olamaz! Özelleştirme olmadan da, demokratikleşme olamaz. Bunlar iç içe, birbirinden ayrılamaz olgulardır. Neden?
Piyasa ekonomisi demokrasinin olmazsa olmaz koşuludur. Öte yandan, siyasi ve hukuki alanlarda engeller varken, sadece ekonomiyi liberalleştirmek mümkün değildir; son 10-12 yıllık tecrübemiz de bunu göstermektedir.
Demokratik hukuk devletinin tam anlamıyla tesis edilmediği ortamda, işte İLKSAN'lar, ESKA'lar, İSKİ'ler yaşanmaktadır! Demek istediğim şudur:
Özelleştirme, adaletin gelişmesine ve siyasal yozlaşmanın önlenmesine yardımcı olacaktır. Bugün Türkiye'de mevcut devletçi ekonomik sistem, adaletsizliğin ve yozlaşmanın en büyük kaynağı ve sebebidir.
Sosyal adaleti sağlamakla yükümlü devlet, elinin altında geniş kaynaklar bulundurarak ve bu kaynakları yerleşik çıkar gruplarına dağıtarak, giderilmesi çok zor eşitsizlik ve adaletsizlik yaratmaktadır.
Türkiye'de siyasi kavganın böylesine şiddetli ve siyasi yozlaşmanın bu kadar yaygın olmasının altında, devletin çok büyük kaynakları kontrol ediyor olması yatmaktadır.
Mülkün Sahibi Kamu ise, Sahipsiz Demektir
Özelleştirme her şeyden önce bir mülkiyet sorunudur. Mülkiyet ise, tabiatı itibariyle, özel, bireysel bir kurumdur. Kamu mülkiyeti kavramı ve ona dayanan uygulamalar, kaynakların politikacılara, bürokratlara ve onların aracılığı ile, yerleşik çıkar gruplarına emanet edilmesinden başka bir şey değildir.
Özel mülkiyeti her türlü kötülüğün kaynağı olarak görme eğiliminden artık vazgeçmek durumundayız çünkü, özel mülkiyet etkili, verimli, çalışmayı teşvik edici bir kurumdur. Kamu mülkiyeti ise, tembelliği teşvik eder ve zaten bir kurum olarak mevcut değildir.
Bir mülkün sahibi kamu ise, o mülk sahipsiz demektir çünkü, bireyin mülk ile ilişkisi kesilirse, tabiatı icabı, onu kullanamaz, sahiplenemez, kollayamaz.
Özelleştirmede Yöneticiye Satış Modeli
Yukarıda da değindiğim üzere, özelleştirme bir işletmecilik sorunu değil, her şeyden önce bir mülkiyet sorunudur. Mülkiyet biçimi değişmediği sürece, KİT'lerde hiçbir şey değişmeyecektir.
Bazılarının önerdiği gibi, verimsiz devlet işletmelerinin yöneticilerini değiştirerek, daha iyi yöneticiler getirilmesi halinde de yani, onları politikacıların elinden alıp, bürokratların eline vermemiz, "özerkleştirmemiz" halinde de KİT'ler adam edilemeyecektir.
Özelleştirme konusunda bizim teklifimiz, yöneticiye satış modelidir. Nasıl?
Diyelim, bir fabrika var. Bu fabrikayı bir yönetici ekibe satacaksınız. Hissenin sadece % 1'ini veya %0.5'ini vereceksiniz. O yönetici bütün mal varlığını satarak, fabrikanın diyelim, % 0.5'inin sahibi olacak ama, satın aldığı bu hisse ile bütün şirketin yönetim hakkını, yönetim imtiyazını da alacak Siz geri kalan %99.5 hisseyi piyasada satacaksınız, örneğin, birtakım yabancı fonlara satacaksınız.
Malûm, bugün dünya ekonomisine hükmedenler artık bir avuç zengin değil; uluslararası yatırım fonlarıdır: Emekli fonları, sigorta fonları gibi. % 99.5 hisseyi bunlara blok olarak satabilirsiniz, halka satabilirsiniz, çok ucuza dağıtabilirsiniz ama, herkes bilir işin patronunun kim olduğunu.
Bir diğer örnek olarak, diyelim, THY'yi havayolu işletmeciliğinden anlayan değerli bir işletmeciye bu yöntemle satabilirsiniz. Satmakla ona yönetimini bırakıyorsunuz ama, %99.5 yine sizin elinizde. Yönetim sizde değil.
Bildiğiniz gibi, işçilere hisse vermekten, yöre halkına satmaktan, blok satıştan, en yüksek fiyatı verene kiralama ya da satmaya, parçalayarak satmaya ve tabii, tümüyle kapatmaya kadar pek çok özelleştirme modeli tartışılmakta Türkiye'de.
Bizce Türkiye işin en başarılı modellerden birisi de yöneticiye satış modeli olacaktır. Bu model sayesinde ülke yeni müteşebbisler de kazanacaktır. Aksi takdirde, Türk ekonomisi 10 ailenin elinde kalır. Türkiye'de dinamik, yeni müteşebbis sınıf istiyorsanız, bunu yapmanız lâzım.
Türkiye'de çok değerli bir yönetici sınıf yetişmiş durumda. Türkiye ekonominin çok zor yürütüldüğü bir ülkedir, aynı fırtınalı bir deniz gibidir: Fırtınalı denizde herkes iyi kaptan olmaya mecburdur:
Onun için Türk yöneticileri belki de dünyanın en başarılı yöneticileridirler. Onlara KİT'leri emanet edebilirsiniz, yönetim sorumluluğu vermek koşuluyla. Bu insanlar işletmenin sahibi olacaklar ve fakat, denetim sizde olacak.
Özelleştirme yöneticiye satış modeli ile çok kolay gerçekleşecek; .fiyat da piyasada kendisini bulacaktır.
Özelleştirmemek için bir anlamda çok komik ve galiba, kasıtlı şeyler de yapılıyor Türkiye'de. Yıllardır bir KİT özelleştirilirken, uluslararası yatırım bankaları ve değerlendirme kuruluşları çağrılıyor, inceleme yapsınlar diye ve onlara binlerce dolar para ödeniyor.
Niçin veriliyor, biliyor musunuz? "Benim firmamı incele, kaça satayım, söyle" diye veriliyor!
Oysa, fiyatı piyasa belirler, Bu en temel ekonomi gerçeğidir. Fiyatı piyasa belirleyecektir, yabancı bankacı değil. çıkarırsınız piyasaya, kim en yüksek fiyatı veriyorsa, satarsınız!
Siz biliyor musunuz, özelleştirme öncesi yapılan bu tip araştırma faaliyetlerinin kaç milyon dolarlara mal olduğunu?
Üstelik hiçbiri de henüz satılmamıştır incelemesi yapılan bu tesislerin. Bu işlemleri TURBAN için iki defa yaptılar, Sümerbank için keza.
En iyimser yorumla, bunu piyasayı bilmedikleri için yapıyorlar diye düşünmek istiyorum. Ya da, ipe un sermek için.
Devletin Küçülmesi
Türkiye'de devletçi kollektivist ekonomi denenmiş ve başarısız olduğu artık anlaşılmıştır. Bugün ihtiyacımız olan şey, devleti bugünkü etkinlik alanı itibariyle değil büyütmek, muhafaza etmek bile değil; küçülterek, çok daha işlevsel ve etkin kılmaktır.
Şunu özenle vurgulamak isterim ki, devletin "küçülmesi'; devletin "etkisizleştirilmesi", "güçsüzleştirilmesi" demek değildir. Aksine, devletin asli görevlerini çok daha etkin bir biçimde yerine getirmesini sağlamak demektir.
Devleti küçültmenin yani, devleti asli görevlerini en etkin biçimde yerine getirecek şekle sokmanın yollarından biri, piyasa ekonomisine gerçek anlamda işlerlik kazandırılması ve dolayısıyla, özelleştirmenin ivedilikle gerçekleştirilmesidir. Devletin ekonomide oynadığı rolü oynamaya devam etmesi, serbest piyasaların oluşmasının önündeki en büyük engeldir.
Dünyanın hiçbir ülkesi, devlet ya da, devleti yöneten hükümetler tarafından geliştirilmemiştir. Gelişmeyi ve refahı yaratanlar, bireyler ve özel işletmelerdir.
Devleti yöneten hükümetlerin görevi, piyasa güçlerinin normal faaliyetlerini sürdürebilmeleri için gerekli olan ve genellikle devlet dışında, kendiliğinden oluşan çerçeveyi benimsemek ve korumaktır.
Konuşmamın başında sizlere ekonominin yönetilemeyeceğini söylerken, kastettiğim buydu. Nitekim, biz iktidara geldiğimiz zaman, altı aylık bir çalışma dönemimiz olacak. Bu dönemde de birtakım geniş çaplı kapatma işlerini yapacağız.
Altı ay içinde birçok devlet kuruluşunun işlevine son vereceğiz. Kendimizi ekonominin doğal seyrine bırakacağız ve hiçbir şekilde müdahale etmeyeceğiz; tabii, gerekli düzenlemeleri de beraberinde getirerek.
"Devlet ekonomiden ne alacak?" diye sorarsanız, asgariye indirgenmiş olan masraflarına yetecek kadar para yani, vergi alacak ki, programımızda da belirtildiği üzere, bu genel olarak % 10 düzeylerindedir.
Türkiye'nin Coğrafyası En Büyük Avantaj
Liberal Demokrat Parti olarak benimsediğimiz ekonomi politikamızın bir başka özelliği de ülkemizin dünya üzerindeki coğrafi konumuna dayandırılıyor olmasıdır.
Bir ülkede birçok şeyi değiştirebilirsiniz fakat, coğrafyayı değiştiremezsiniz. Türkiye, bu bakımdan dünyanın en talihli ülkesidir.
Bugün bütün dünya yeniden paylaşılıyor olsa ve yer seç deseler, Türkiye'nin bulunduğu coğrafya dan daha güzel, daha avantajlı yer yoktur. Burası köprüdür. Doğal gaz, petrol, insanlar hep buradan geçecek. Burası üç kıtanın köprüsüdür. Bu köprüye sahip olanın dünyanın en müreffeh, en zengin ülkesi olması gerekir. Niye değiliz?
Diyelim ki, bir arkadaşınız var. Galata Köprüsü'nün, Karaköy ve Eminönü meydanlarının sahibi, miras kalmış ona. 20 yıl sonra karşılaşıyorsunuz ki, adam perişan. Bittim" diyor, borca boğuldum, iflâs ediyorum! Yahu, deli misin? Sana bütün buralar miras kaldı." "Sorma" diyor."Ne yaptın?" diyorsunuz. "Sanayileşmek lâzım dedim, köprüyü trafiğe kestim ve üstünde tuğla ve kiremit fabrikası kurdum," diyor,"borç aldım, finansman için. Karaköy Meydanı'nda otomobil fabrikası, Eminönü Meydanı'nda da boru fabrikası kurdum," diyor,"yan sanayi için." "Eee?" "Faizler yüksek, borçlarımı ödeyemiyorum, iflâs durumundayım" diyor.
Türkiye'nin durumu aynen budur. Siz bütün bunların sahibi iseniz,
(1) onu daha çok trafiğe açacaksınız, daha çok insan geçecek.
(2) Oradaki dükkânları kiralayacaksınız. Kiraları toplayıp, Boğaz'da yiyeceksiniz!.. İşte bizim partimizin yapacağı da aynen bu. Diyorum ya, iktidara gelmemiz halinde, altı ay içinde her tarafı kapatıp, sonra gezip, dolaşacağız!
Gerçek niyetimiz bu. Devlet yönetimi olarak biz kira toplar gibi, sadece vergi toplayacağız. O da %10'dan da fazla değil. Bu bile fazla gelecek devlete.
Türkiye'nin durumu, biraz evvel örneğini verdiğim, kafası az çalışan mirasyedininki gibi. Türkiye'nin tüm yolları kapatılmıştır. Mal ve insan geçişi durdurulmuştur. Ticaret kesilmiştir. Bizim felsefemizin temelinde, Türkiye'nin dünyanın üç kıtasının köprüsü olduğu anlayışı ve gerçeği yatıyor. Biz diyorsak ki, bizim politikamızla Türkiye 5 yıl içinde Avrupa'yı, 10 yıl içinde dünyayı yakalar, nedeni işte budur. Biz zenginleşirken, diğerleri bizim kadar zenginleşemez çünkü, köprünün sahibi değiller.
Bakın, nerede ekonomik aktivite varsa, köprüye yarıyor. Avrupa zenginleşti mi? Bize yarıyor. Orta Asya'nın Orta Doğu'nun ticarete açılması bize yarıyor. Bulgaristan, Romanya, Kafkasya'nın ticarete açılması bize yarıyor.
Ticaretin merkezi, zenginliğin merkezidir. Ne yapacaksınız? İnsanları rahat bırakacaksınız. İnsan ve sermaye geçişlerini rahat bırakacaksınız. Ticaret burada yoğunlaştıkça, size para bırakacaklar. İşin esası bu.
Sıfır Gümrük
Bu nedenle de, Liberal Demokrat Parti'nin programı, sıfır gümrük öngörmektedir. Hiçbir maldan, hiçbir şekilde gümrük alınmayacak, KDV de alınmayacaktır.
KDV satışta, satış vergisi gibi tahakkuk ettirilecektir. Yani, KDV'yi "satış vergisi" durumuna getiriyoruz. Sınırlardan geçen mallara, uyuşturucu ve silah dışında, hiçbir şey sorulmayacak, hiçbir formalite uygulanmayacaktır. Bir de tabii, adli davaların olduğu durumlar dışında hiçbir denetim yapılmayacaktır. Gelecek 10 TIR, girecek, ne bulduysa, patates, domates alıp götürecek. Oradan da mallar aynı şekilde girecek yani, mal giriş çıkışlarında ne bir engelleme, ne de bir vergi söz konusu olacak.
Böyle bir ortam yarattığınız zaman Türkiye zaten bütün dünyanın uyanık, müteşebbis insanlarının toplanacağı merkez olur ve çok kısa sürede olur.
Meselâ, Rusya'da orman ürünleri pazarlayan bir Rus tüccar sıfır gümrük nedeniyle, depolarını Türkiye'de yapacak, bütün dünyaya Türkiye'den pazarlayacaktır.
Bunun gibi, birçok malın girdiği, çıktığı yer ve merkez Türkiye olacak; ekonomi muazzam bir dinamizmi, çok kısa sürede kazanacaktır.
Yerli Sanayi Ne Olacak?
Sıfır gümrüğün getireceği bazı mahsurlar düşünülebilir meselâ, yerli sanayi ne olacaktır, buralarda çalışan insanlar ne olacaktır gibi.
Bir kere &127;unu unutmamak lâzım: Gümrüğü ödeyen halktır, ithalâtçı değil. Türk halkı 1930'dan beri yüksek gümrük ile fakirliğe mahkûm edilmiştir. Gümrüğün düşmesinin ilk faydası, halka olacaktır çünkü, daha kaliteli ve daha ucuz mal gelecektir ülkeye.
Daha ucuz ve daha kaliteli malın gelmesinde herkesin korkusu, ülkemiz sanayinin çökmesidir Yanlıştır bu çünkü, bu durum yerli sanayie de birden çok avantaj sağlamaktadır. Nedir bu avantajlar?
Yerli sanayinin birinci avantajı, çok ucuz finansman bulabilmesi olacaktır günkü, finansman vergileri sıfıra indirilecektir.
Yerli sanayinin ikinci avantajı, ulaştırma olacaktır çünkü, ulaştırma vergileri asgariye indirilecektir.
Yerli sanayinin üçüncü avantajı, ham madde olacaktır çünkü, ham madde sıfır gümrükle ülkeye girecektir.
Tüm bunlar sanayicinin rekabet gücünü müthiş artıracak unsurlardır. Sadece sıfır gümrük uygulaması ile bile, Türkiye'de dinamik bir sanayi oluşacaktır. iddiamız budur. Bazı sanayiler ya da üç beş fabrika kapanabilir ama, büyük sanayi meselâ, otomotiv sanayi ayakta kalacaktır, tekstil ayakta kalacaktır.
Türk Müteşebbisinin Gücü
Türk müteşebbisinin gücünü, dinamizmini sakın küçümsemeyin. Eşit şartlar altında dünya ile dehşetli mücadele yapabilir, rekabet edebilir.
Bunun tipik örneği, çok yakın bir tarihte turizm sektöründe verilmiştir. Turizmde hiçbir teşvik yoktur ve Türk turizmcisi örneğin, Almanya'da 250 tane destinasyona karşı mücadele etmektedir. Bir diğer ifadeyle, Alman turistin 250 alternatifi var önünde ve bunlardan biri de Türkiye'ye gelmek.
Son birkaç yıldır ve özellikle bu yıl yapılan kötü propagandaya rağmen, bakın turist nasıl doldu Antalya'ya? Turizmcilerin dinamizmi sayesinde oldu bu. Teşvik filân tesir etmedi. Zaten hatırlayın, teşvik uygulanmadan önce turistler akmaya başlamıştı Antalya'ya.
Dünya Ticaretinin Merkezi Türkiye
Yukarıda ifade ettiğimiz önlemlerle, Türkiye ve Türk sanayi daha da gelişecek, dünya rekabetine açılabilecek ve bundan Türk halkı faydalanacağı gibi, sanayici de faydalanacaktır ama, şurası da bir gerçektir ki, ticaret daha çok ve hızla artacaktır.
Ticareti de küçümsemeyin. Ticaret ve hizmetler sektörü (bankacılık, medya vb) zaten önümüzdeki yıllarda insanların % 80'ini istihdam edecek sektörlerdir. % 15 sanayide, %5 tarımda çalışacaktır.
Siz Türkiye'yi hizmetin cenneti haline getirdiğiniz zaman, ulaştırması ile, bankacılığı ile, sigortacılığı ile, medyası ile Türkiye'de muazzam bir iş hayatı gelişecektir.
Finansmanda Sıfır Vergi
Finansman konusunda öngördüğümüz tedbirler, ekonomi politikamızın çok önemli bir kilidini oluşturmaktadır. Bunun nedeni, malûm, dünyadaki en kıt kaynağın sermaye olmasıdır. Tüm dünyada eksik olan, az olan sermayedir, Türkiye'de de.
Liberal Demokrat Parti'nin görüşü ve önerisi, kıt sermayeyi ülkeye çekmek için finans sektöründen verginin tamamen kaldırılması şeklindedir.
Bu anlayışla, bankalardan kurumlar vergisi bile alınmayacak, tefeci dediğimiz bankerlerin faaliyeti serbest bırakılacaktır.
Biraz da aşağılayarak, tefeci dediğimiz banker parasını gidip Boğaz'da kendi zevki için de yiyebilir, öyle değil mi? Ya da, kendine yalı alamaz mı? Halbuki, ne yapıyor bu adam? O parayı size borç veriyor ama, yüksek faizle diyeceksiniz. Bu da onun kabahati değil; yaratılan ortam bunu gerektiriyor. Biz finansmanda sıfır vergi öngördüğümüz için, olayı legalize etmiş olacağız.
Mevduat Sigortası
Banka mevduatları için ise, yukarıda da değindiğim üzere, devletin sigorta fonu yerine, özel bir sigorta mekanizması öngörüyoruz
Bir diğer ifadeyle, mevduatlardan kesilen primlerle sigorta fonları oluşturulacak. Bankalar bu sigorta fonlarına girdikleri anda, bütün mevduatları sigorta fonları tarafından garantilenmiş olacak ve bu sigorta fonları özel olacak.
Buradaki önemli fark şu: Sigorta fonunun devletin değil, özel sektörün olması. Niye önemli bu?
Diyelim, siz özel sektör olarak bir sigorta fonu kurdunuz. 30 banka var size bağlı. Her birinden % 1 prim alıyorsunuz. Sizin ayrıca her bankanın yönetim kuruluna adam koyma hakkınız olacak ve dolayısıyla, bankaları denetleyebileceksiniz.
Hangi bankacı, nereye, neden kredi veriyor? Doğal olarak sıkı takip edeceksiniz çünkü, o banka batarsa, para sizden çıkacak! Öyle değil mi?
Oysa, bu kadar para batınca devlet ne yaptı? Engelleyebildi mi? Batan paraları karşılayabildi mi? Denetleyebildi mi? Bugün de bir&127;ok bankaya mevduat garantisi verildi ama, hangi bankanın iyi yönetildiği, hangi bankanın fonlarını iyi kullandığı konusunda fikriniz var mı? Yok!
Nasıl ki, yangın sigortası yapanlar, yangın tedbirlerini aldığınız zaman sigorta primini düşürüyorlar; iki de bir sizi kontrol da ediyorlar... Aynı şey Sigorta primlerini toplayan ve sigorta fonu oluşturan özel şirketler olacak ve bu şirketler bankaları denetleyecek.
Siz bir banka açabileceksiniz ve eğer herhangi bir sigorta fonuna dahil değilseniz, kapınıza bunu yazacaksınız. Halk, birey bunu bilecek ve istiyorsa riskini alıp; oraya da para yatırabilecek. Bu konuda tam bir serbestiyet ve vergi muafiyeti öngörüyoruz. Sigortalarda da aynı şekilde.
Amaç, sermayenin birikmesi. Böyle olunca, dünya sermayesi de Türkiye'de toplanacaktır diye ümit ediyoruz çünkü, vergi sıfır. Her türlü elastikiyet var ve Türkiye ticaretin merkezi olacaktır.
Sermaye, Para Nereye Gider?
Para nereye gider bilir misiniz? Para, ona nerede ihtiyaç varsa, oraya gider.
Siz düşünün,10 tane zengin adamsınız bir köyde ve kimsenin ihtiyacı yok sizin paranıza. Nereye faize vereceksiniz? Veremezsiniz. Para satan bankalar neden müşteri arıyorlar? Hatta, aracılar buldukları müşteri üzerinden prim alıyorlar. ABD'de bankaya müşteri bulduğunuz zaman komisyon alırsınız.
Bu bakımdan, finans sektörü ancak bu şekilde Türkiye'ye gelecektir ve Türkiye dinamik bir ticaret merkezi olacaktır.
Size bir örnek vermek isterim: Geçenlerde tanıdığım bir şirket ile, Malezyalı bir şirket arasında bir ortaklık yapıldı, basit bir ortaklık ve banka hesabı açtılar. Nerede, biliyor musunuz?
Malezya'da değil, Türkiye'de değil, Hong Kong'da açtılar çünkü, en liberal ülke Hong Kong idi, hesap açma, para çekme, para transferi vb konularda.
Kimse kötü niyetli filân değil. Kanundan kaçan, vergi kaçıran filân yok ama, hiç kimse zor